|
İÇİNİZDEKİ YAPRAKLAR
İçinizde yaprak kımıldamaz ya bazen
hani.. Hiçbir duygunuz kalmamıştır...
Özlemezsiniz kimseyi... İstemezsiniz hiçbir
şeyi... Sevgi dallarınıza sular yürümez artık,
kurur kalır çıtırtılarla sürgünleri... Hiçbir
cümlenin başı yoktur ve sonu da; hatta
sözcüklerin ilk hecesinde kalır.. Ne fazla, ne
eksiksinizdir, bilemezsiniz, anlayamazsınız...
Bir başka ruhun evinde gibi duyumsarsınız
kendinizi, sanki bu istemsiz konukluğunuzla,
kendinizden millerce uzaklaşmışsınızdır...
Silik bir flulukla örtülmüştür
geçmişiniz, hatıralarınız; ve bir sis kaplıdır
gözünüzün ufkunda da..
Öründüğünüz kozanızda
kalakalmışsınızdır, ne yapacağınızı bir zamanlar
bilmenize ve yapmamanıza rağmen, bu kez ne
yapmanız gerektiğini bile bilemiyorsunuzdur...
Yüreğiniz bir tavan arasıdır,
düşleriniz bir yangın bahçesi, umut martılarınız
haykırışsız, elleriniz bir buz pramitine
dokunmaktadır sanki, üşüyemezsiniz bile, üşümeye
ya alışmışsınızdır, ya da ısınmak gibi, üşümeyi
de unutmuşsunuzdur çoktan..
Unutmak istersiniz her şeyi, kim
olduğunuzu, neler olduğunu ya da olmadığını,
unutarak eksilmek, madem hiç tam olamıyorsanız,
sıfırlanmak .. Bilirsiniz ki aslında; keder,
mutsuzluk ve umutsuzluk, ne kadar, üzerinize bir
yaşlı ağaç gibi yığılıp kalsa da, sedefli
yeşiliyle ve turuncu damlalarıyla akıp giden
günün gözlerinin taa içine bakıp, hayatı
düşünmek gerekir..
Bir inci avcısı gibi, maviliklerin
derinlerine dalıp, istiridyeleri tek tek arayıp,
mutluluk incileri toplamak gerekir yüreğin
avuçlarına...
Ve yine bilirsiniz ki, gün batımında,
aslında ay doğumunu düşünmek gerekir
karanlıklara inat, ışığa daha çok koşmak gerekir
gölgelerde...
Yaşantılarımızı bir kazı yerine
çevirmeden, sandukalara saklamadan, hayatın
içinden, duyarak,dinleyerek, anlayarak,
hissederek geçmek gerekir...
Yaşam denizinin
derinlerine varmak, suyun yüzeyindeki, çer çöp
sap görüntülerinin arasından, nilüferleri,mavi
su güllerini, sedef kabuklarını bulup, toplamak
gerekir; bilirsiniz bunu da..
Ama bazen bilmek de yetmez... Tüm
edimleriniz öylesine ölmüşlüktedir ki, konserve
bir yaşamda öylesine sahte bir tazelikle
yorulmuşsunuzdur ki, som olan tüm düşleriniz ve
dilekleriniz, öylesine azarlaştırılmıştır ki,
hiçbir
bilme ve farkındalık yetmez size...
Acılanmışsınızdır usul usul,bile
bile... Sadece durursunuz... Öylece
durakalırsınız... ne yapılacak bir şey vardır,
ne de yapılmamış bir şey kalmıştır..
Yaptıklarınızdan mı pişmansınızdır,
yapamadıklarınızdan mı?
Yaşamak isteyip de
yaşayamadıklarınızın özlemi mi yaşatıyordu sizi,
yoksa yaşayamadıklarınızın girdabında mı
tükendiniz? Erteleyip, biriktirdiğiniz
düşlerinizin sancısı mı şu an kıvrandıran sizi;
yoksa hiçbir sancıyı hissedemeyecek kadar geç mi
kaldınız artık..?? En çok unutmaya
çalıştıklarınız mı yaşatıyor sizi, en unutulamaz
olanlara olan özlemleriniz mi..?? En özlediğiniz
mi, en çok unutmaya çabaladığınız, yoksa o mu
en unutmak istediğiniz..??
Galiba
içimizi en çok acıtan, göze alamadıklarımız ve
alamadıkça da, özlemiyle içimizde besleyip
büyüttüklerimizdir... Onlar bir an gelir, o
kadar büyürler ki, taşarlar içinizden,
bedeninizden, ruhunuzdan, kimsesiz kalırsınız,
kendinizsiz hatta...
Adını koyabildiğiniz hiçbir
duyguyu yardımınıza gelmez, duymaz bile sizi...
Sığınaksızsınızdır, kendinize bile... Iskalanmış
yaşam mekanları intikam almaya koyulur sizden...
Yaban kalırsınız, yabancı kalırsınız.. Rüzgarlı
bir alev denizini özler gözleriniz, mum
alevli... Her titrek aleviyle,hikayesi değişen
mum ışıltılı bir denizin, ılık esintilerinin
sarhoşluğunda,gömülmek istersiniz evrenin yaşam
sularının aynasına... Sular akıp gitse de,
denizinizin mum alevleri yerinde kalacaktır,
sizin kalacaktır, sizinle kalacaktır,
bilirsiniz... özlersiniz... istersiniz... Her
şeyi varmış da, hiç bir şeyini kullanmayan o
acizliğinizin kınından soyunup, mum alevli
sularınıza atlamak, dalmak istersizin, sizi usul
usul çağıran,göze alamadıklarınızdan bu kez
vazgeçmemek istersiniz... Yüreğinizin düşler
haritasında artık doğru rotada, doğru dağları,
nehirleri, şehirleri, ovaları aşarak, yol almak,
göze almak zorundasınızdır.. İçinizde
büyüttüğünüz o çığın altında, bir kez daha
kalmak, acılanamayacak kadar bile hissizleşmek
istemiyorsanız yeniden -ki belki bir dahaki
sefer, bir son şansınız bile olmayacaktır, şimdi
bile bu kadar donakalmış, durakalmışlığınızla,
içinizde bir daha geri gelmemek üzere giden bir
şeylerin kanat seslerinin kulaklarınızdaki
sağırlığına mahkum edilmişliğinde
kıvranmaktayken- , yarım bırakmayın artık
yüreğinizin serüvenlerini, göze alın..
Yağmursuz bir gökkuşağı olmayın...
Ya da papatyasız bir kır..
Ya da kımıltısız kalmasın içinizin yaprakları
Derleyen Çiğdem/ist. |
|