Ana Sayfa

 
 

Edebiyat

 
 

Öyküler

 
 

Makaleler

 
 

Şiirler

 
 

Tiyatro

 
 

Hakkımızda

 
 

İletişim

 
     
  Hidayet Karakuş
Nazan Duman
Kübra Durmuş
Gülçin Can
Hüseyin Durmuş
Emrah Buran
 
 

 
   
     
 

YAZILARINIZI
BEKLİYORUZ





kafiyenet okurlarının siteye katkılarını bekliyoruz.
Yazılarınızı iletin, yayınlansın.
Şimdiden katkılarınız için teşekkür ederiz.

İletişim adresi olarak
yazi@kafiye.net
adresini kullanabilirsiniz.

 
     
     
  
   AKLINIZDA BULUNSUN    
   Çiğdem  
 

                 İÇİNİZDEKİ YAPRAKLAR

             İçinizde yaprak kımıldamaz ya bazen hani.. Hiçbir duygunuz kalmamıştır... Özlemezsiniz kimseyi... İstemezsiniz hiçbir şeyi... Sevgi dallarınıza sular yürümez artık, kurur kalır çıtırtılarla sürgünleri... Hiçbir cümlenin başı yoktur ve sonu da; hatta sözcüklerin ilk hecesinde kalır.. Ne fazla, ne eksiksinizdir, bilemezsiniz, anlayamazsınız... Bir başka ruhun evinde gibi duyumsarsınız kendinizi, sanki bu istemsiz konukluğunuzla, kendinizden millerce uzaklaşmışsınızdır...
             Silik bir flulukla örtülmüştür geçmişiniz, hatıralarınız; ve bir sis kaplıdır gözünüzün ufkunda da..
             Öründüğünüz kozanızda kalakalmışsınızdır, ne yapacağınızı bir zamanlar bilmenize ve yapmamanıza rağmen, bu kez ne yapmanız gerektiğini bile bilemiyorsunuzdur...
             Yüreğiniz bir tavan arasıdır, düşleriniz bir yangın bahçesi, umut martılarınız haykırışsız, elleriniz bir buz pramitine dokunmaktadır sanki, üşüyemezsiniz bile, üşümeye ya alışmışsınızdır, ya da ısınmak gibi, üşümeyi de unutmuşsunuzdur çoktan..
             Unutmak istersiniz her şeyi, kim olduğunuzu, neler olduğunu ya da olmadığını, unutarak eksilmek, madem hiç tam olamıyorsanız, sıfırlanmak .. Bilirsiniz ki aslında; keder, mutsuzluk ve umutsuzluk, ne kadar, üzerinize bir yaşlı ağaç gibi yığılıp kalsa da, sedefli yeşiliyle ve turuncu damlalarıyla akıp giden günün gözlerinin taa içine bakıp, hayatı düşünmek gerekir..
           Bir inci avcısı gibi, maviliklerin derinlerine dalıp, istiridyeleri tek tek arayıp, mutluluk incileri toplamak gerekir yüreğin avuçlarına...
           Ve yine bilirsiniz ki, gün batımında, aslında ay doğumunu düşünmek gerekir karanlıklara inat, ışığa daha çok koşmak gerekir gölgelerde...
           Yaşantılarımızı bir kazı yerine çevirmeden, sandukalara saklamadan, hayatın içinden, duyarak,dinleyerek, anlayarak, hissederek geçmek gerekir...
          Yaşam denizinin derinlerine varmak, suyun yüzeyindeki, çer çöp sap görüntülerinin arasından, nilüferleri,mavi su güllerini, sedef kabuklarını bulup, toplamak gerekir; bilirsiniz bunu da..
           Ama bazen bilmek de yetmez... Tüm edimleriniz öylesine ölmüşlüktedir ki, konserve bir yaşamda öylesine sahte bir tazelikle yorulmuşsunuzdur ki, som olan tüm düşleriniz ve dilekleriniz, öylesine azarlaştırılmıştır ki, hiçbir
bilme ve farkındalık yetmez size...
           Acılanmışsınızdır usul usul,bile bile... Sadece durursunuz... Öylece durakalırsınız... ne yapılacak bir şey vardır, ne de yapılmamış bir şey kalmıştır.. Yaptıklarınızdan mı pişmansınızdır, yapamadıklarınızdan mı?
              Yaşamak isteyip de yaşayamadıklarınızın özlemi mi yaşatıyordu sizi, yoksa yaşayamadıklarınızın girdabında mı tükendiniz? Erteleyip, biriktirdiğiniz düşlerinizin sancısı mı şu an kıvrandıran sizi; yoksa hiçbir sancıyı hissedemeyecek kadar geç mi kaldınız artık..?? En çok unutmaya çalıştıklarınız mı yaşatıyor sizi, en unutulamaz olanlara olan özlemleriniz mi..?? En özlediğiniz  mi, en çok unutmaya çabaladığınız, yoksa o mu en unutmak istediğiniz..??
            Galiba içimizi en çok acıtan, göze alamadıklarımız ve alamadıkça da, özlemiyle içimizde besleyip büyüttüklerimizdir... Onlar bir an gelir, o kadar büyürler ki, taşarlar içinizden, bedeninizden, ruhunuzdan, kimsesiz kalırsınız, kendinizsiz hatta...
                 Adını koyabildiğiniz hiçbir duyguyu yardımınıza gelmez, duymaz bile sizi... Sığınaksızsınızdır, kendinize bile... Iskalanmış yaşam mekanları intikam almaya koyulur sizden... Yaban kalırsınız, yabancı kalırsınız.. Rüzgarlı bir alev denizini özler gözleriniz, mum alevli... Her titrek aleviyle,hikayesi değişen mum ışıltılı bir denizin, ılık esintilerinin sarhoşluğunda,gömülmek istersiniz evrenin yaşam sularının aynasına... Sular akıp gitse de, denizinizin mum alevleri yerinde kalacaktır, sizin kalacaktır, sizinle kalacaktır, bilirsiniz... özlersiniz... istersiniz... Her şeyi varmış da, hiç bir şeyini kullanmayan o acizliğinizin kınından soyunup, mum alevli sularınıza atlamak, dalmak istersizin, sizi usul usul çağıran,göze alamadıklarınızdan bu kez vazgeçmemek istersiniz... Yüreğinizin düşler haritasında artık doğru rotada, doğru dağları, nehirleri, şehirleri, ovaları aşarak, yol almak, göze almak zorundasınızdır.. İçinizde büyüttüğünüz o çığın altında, bir kez daha kalmak, acılanamayacak kadar bile hissizleşmek istemiyorsanız yeniden -ki belki bir dahaki sefer, bir son şansınız bile olmayacaktır, şimdi bile bu kadar donakalmış, durakalmışlığınızla, içinizde bir daha geri gelmemek üzere giden bir şeylerin kanat seslerinin kulaklarınızdaki sağırlığına mahkum edilmişliğinde kıvranmaktayken- , yarım bırakmayın artık yüreğinizin serüvenlerini, göze alın..
Yağmursuz bir gökkuşağı olmayın...
Ya da papatyasız bir kır..
Ya da kımıltısız kalmasın içinizin yaprakları 


                                                      Derleyen Çiğdem/ist.

 
     Ana Sayfa                                                                 
     
   
 

        

 
     
 

 
     
     
 

 
   Günlük Özgürlük  
 

 
     
  Dr Tuncay Filiz
Milli Eğitim Baka.Çanakkale
Kültür ve Turizm
İzmir Belediyesi
Konak Belediyesi